11 Ağustos 2007 Cumartesi

Teminat - Kısa devlet dairesi hikayesi - Bölümler I - II

I

Sabah erkenden kalktım. Uzun süredir gitmem gerektiği halde canım istemediği için ertelediğim Ankara Üniversitesi seferini yapacaktım bugün. Sorgusuz sualsiz bugün artık yapacaktım. Can sıkacak bir şey de yok aslında, gidip teminat mektubunu alıp geleceğim. Belki biraz uzayabilir ama sıkıntılı bir duruma mahal verecek herhangi bir işlem yok ortada. Yüzümü yıkarken, tuvalete girerken, bunları düşünüyordum. Asıl istemediğim galiba oradaki insanlarla muhatap olmaktı. Oradaki insanlara özel bir şey değil de, o insan türüyle muhatap olmak. İş yapmayan suratsız memurlarla, ilk fırsatta seni aşağılamak ve moralini bozmak için oraya yerleştirilmiş görevlilerle, seni oradan oraya anlamadığın 3 kelimeyi ağızlarının içinde geveleyerek koşuşturan kadınlar, seninle sanki konuşmasını engelleyen ya da zorlaştıran bir hastalığı varmış gibi tasarruflu konuşan, diğer taraftan cimbomun transfer haberleri ya da yukarı katta dönen olaylarla ilgili etrafındaki diğerleriyle bağıra bağıra sohbet etmeden işini sürdüremeyen adamlara.

Neyse şimdi durumu böyle abartmanın bir faydası yok. Üstelik kurum üniversite olduğu için memurların durumu da sanırım biraz daha iyi diye düşünerek giyindim ve evde bulduğum son küçük oyalanma işlerini de bitirdikten sonra artık bahanesiz kaldığım için kendimi dışarı attım. Arabaya binerken, ilk uyandığım dakikadan beri zihnimde dolaşan ama hep daha önecelikli konuların yardımıyla geri plana attığım soru artık kafamın içinde parlayan neonlarla yanıp sönüyordu. Direk Üniversite’ye mi gitsem, yoksa önce bir ofise uğrayıp, mailları okuyup, para-pul-banka işleriyle biraz ilgilenip sonra mı çıksam? Hem bu arada Üniversite’ye telefon edip teminat mektubunun hazır olduğundan da emin olabilirdim. Ama bir taraftan da hazır Universite’ye gitme konusunda yüksek konstrasyon sağlamışken, ofise gitmek bunun dağılmasına neden olabilir, ve ortaya çıkacak olan gerekli gereksiz çeşitli işleri bahane edip yine gitmeyebilirdim.

Bunları düşünürken yavaş yavaş ofise doğru gelmiştim. Bahane yaratmama engel olmak amacıyla ofise girer girmez ilk iş olarak Üniversite’ye telefon etmeye karar verdim. Yapmadım, önce bilgisayarı açtım, kendime kahve koydum, jaluzilerle uğraştım ama bu ıvır zıvır işleri bitirdikten sonra telefon ettim.

- İyi günler Banu Hanım’la görüşecektim

- Benim?

- Banu Hanım merhaba, Stüdyo Z Tasarım’dan arıyorum. Bu Hamaxia İhalesi’ne katılmıştık hatırlarsanız, bizim teklifimiz ikinci teklifti, artık kazanan firmayla sözleşmeyi imzalamışşınızdır sanırım, ben teminat mektubumuzu geri almak istiyordum. (Aslında umrumda değil teminat mektubu ama maalesef banka çok istekli onu geri almak konusunda)

- ......

- ......

Karşı taraftan herhangi bir ses gelmeyince ben de ne yapacağımı şaşırdım. İnsanın kendini hazılamadığı, hangi silahları kuşanması gerektiğini bilemediği bir durum bu. Konuşmada verilebilecek cevapların büyük çoğunluğuna hazırlıklıyım. Çünkü bu maçları kafamda defalarca yapıyorum, sokaklarda yürürken ya da araba kullanırken. Ama karşı taraf bu kadar lafın üzerine hiçbir şey söylemeyince, bu atağa karşı planlanmış gelişltirilmiş bir silahım yok benim. Ben de sustum bir süre.

- Banu Hanım?

- Dinliyorum?

Nasıl dinliyorum ya? İşte yine hazırlıksızım, aval aval bakıyorum.

- E söyledim ya, Stüdyo Z Tasarım’tan arıyorum, Hamaxia İhalesi, teminat mektubu...

- Tamam bakıyorum şimdi dosyanıza.

Yaklaşık bir 5 dakika baktı Banu Hanım dosyamıza. Sonra söyle bir soru geldi?

- Stüdyo Z Tasarım demiştiniz di mi?

- Evet? Stüdyo Z Tasarım, ortada Z var.

- Hangi tarihteydi ihale?

- Bilemiyorum tam tarihini, Nisan başıydı.

- .....

Yine sessizlik. Banu Hanım’ın sessizlikleri sanırım ‘tamam dosyanıza bakıyorum’ anlamına geliyor. Geçen sefer bizim binlerce dökümandan oluşan dosyamızın içinde başka daha sınırlı bir dosyayı ayıkladı sanırım, şimdi de o küçük dosya içindeki yüzlerce ihale girişinden Nisan başında olan Hamaxia Antik Kenti ihalesi dökümanlarını arıyor.

- Kardeşim naapıyorsunuz? Telekom’la mı ortaksınız? İş yavaşlatma eylemi mi uyguluyorsunuz? Bir yandan gazetede önemli bir şey gördünüz, onu mu okuyorsunuz? Nedir bu yaa, hangi dosyaya bakıyorsunuz? Sizin o arkanızdaki dolaptaki bütün dosyaları toplasınız bu kadar sürmez? Ayrıca tarih sırası ya da isim sırası gibi bir şey yok mu sizin dosyalarda? Zaten dosyalama sisteminin mantığı bu değil midir? A harfine ya da 4. ayın dosyasına başından bakarsanız, oradan.....

- Kutan Bey, henüz sözleşme imzalanmamış firmayla.

- Nasıl yani?

- Henüz sözleşme imzalanmamış firmayla.

- Hmm.. ama ihale şartnamesinde 10 gün içinde sözleşme imzalanır diyordu. Yaklaşık bir buçuk ay oldu?

- Ben onu bilemem, şu anda sözleşme imzalanmamış. İmzalandığı zaman ben zaten yazınızı yazarım teminat mektubuyla ilgili.

- Peki, teşekkür ederim, iyi günler.

- İyi günler.

- Ohhhhh....

İmzalanmamış, niye imzalanmamış, noolmuş bunları hiç düşünmeden kendimi başka işlere verdim. Bugün ve hatta en az önümüzdeki birkaç gün içinde gitmeme gerek kalmadı. Tabii içerilerde bir yerde bir ümit de besliyordum. Demek ki bir sorun çıkmış ihaleyi alan firmayla ilgili. Zaten çıkmasa şaşardım, ilginç insanlardı, antik kent modellemesi işini nasıl yapacaklar merakla bekliyordum. Belki de ihale komisyonu bu soruyu sormuş, cevabını bekliyordu sözleşmeyi imzalamak için. Sormaları da lazımdı. İhalede 3 tur pazarlık sonucunda, ilk verdikleri teklifin 3’te birine kadar inmişler, daha sonraki son tur pazarlıkta, son bir atakla benim fiyatımın da altına çekmişlerdi. Aynı firmadan iki kişi, pazarlık süreci boyunca aralarında fısır fısır tartışmış, sanırım bir tanesi öbürünü fiyatı iyice düşürmeye ikna etmişti; ‘Abi sen merak etme, yaparız’, ‘Bir şey yok 3 boyutta, ben bulurum sana 2-3 adam, hallederler.’ ya da beni göstererek ‘bu herif o fiyata yapıyorsa, biz kesin yaparız!’ Adamlardan daha iş bilir gibi görünen son fiyat teklifini verirken, gevrek gevrek gülerek, bana dönüp;

- Hayatımda hiç yapmadım bakalım bu sefer intihar ediyorum.

Bana neyse? Ver kardeşim sen fiyatını, bırak gevezeliği. Aslında bu salakça ifadeden ben yaklaşık ne kadar verdiklerini tahmin etmiştim, ama altına inmedim. Çünkü hedeflediğim rakamdan zaten aşağıya inmiştim. Daha da inmek istemiyordum. Komisyon başkanı da bana ‘in, in’ der gibi bakıyordu ama inmedim.

II

Daha önce defalarca uğraşmış olmama rağmen sabah erkenden Üniversite’ye gitmeyi başaramadığım için bu konudaki ısrarımdan vazgeçtim. Bu sefer paşa paşa ofise gidip, telefon edip, oradan olumlu cevap alınca öğleden sonra gitmeye karar verdim. Üniversite’de asistan olan arkadaşım Gökhan’la yaptığım görüşmeden anladığım kadarıyla ihaleyi alan firmayla sözleşmeyi imzalamışlardı. Tam hangi gün imzaladıklarını sormadım tabii ama anladığım kadarıyla 10 gün kadar olmuştu. Bu süre bizim yavaş memurlar için bile, sözleşme dosyasını ağır ağır yürüyerek Banu Hanım’a götürmeleri ve Banu Hanım’ın da 3-5 gün başka işlerden vakit bulamadıktan sonra yazımızı yazması için yeterliydi. Hadi bir gün de yazının postaya verilmesi için koyalım, Üniversite posta hizmetlerini yürüten memurların da yavaş yürümesinden dolayı postanın gerçekten postaya ulaşmasının da 1 gün aldığını düşünelim. Ne yazısı yazacaktı? Kime yazacaktı bilemiyordum ama sanırım bana postayla resmi bir yazı yollayacaklardı, ‘Birinci teklifi veren firmayla sözleşme imzalanmıştır, bu noktadan sonra sizinle işimiz yoktur. Sizin de herhangi bir ümit beslemenize mahal kalmamıştır. Bunun devamında ‘Lütfen gelip teminat mektubunuzu alınız’ benzeri bir ifade olabilir, ya da buradan sonrasını akıl etmemiz gerektiğini düşünmüş olabilirler sayın yetkililer.

Yine telefonu açtım:

- Alooo

- (Kadın sesi beklerken erkek sesi duyunca hemen ses tonumu biraz değiştirmeye çalıştım) İyi günler, Banu Hanım’la görüşecektim?

- Banu Hanım tatide, ne vardı? (Buyrun ben yardımcı olayım demek istiyor. Devlet dairesi yerine banka olsaydı, böyle denirdi)

- Ben Stüdyo Z Tasarım’tan arıyorum, Bizim ikinci teklif sahibi olduğumuz bir ihale vardı, sanırım sözleşme imzalanmış ihaleyi kazanan firmayla, ben teminat mektubumuzu almak istiyordum?

- Hmm... gelin buraya bakalım dosyanıza beyefendi.

- Peki ben ögleden sonra geleyim o zaman.

- Tamam.

Öğleden sonra saat 15:00 civarında sakin sakin gittim teminat mektubumu almaya. Her seferinde kampus girişinde kapıdaki adamın beni durdurmak isteyip istemediği konusunda bir kararsızlık yaşıyordum. Ben arabayla girişe doğru yönelirken, kapıdaki güvenlik görevlisi genelde kulübesinin dışına çıkmış, içerideki biriyle sohbet halinde oluyordu. Bu nedenle de bu tarafa değil, kulubeye doğru bakıyor, arada sırada göz ucuyla giriş tarafında doğru bakışlar atıyordu. Bariyeri sürekli havada duran girişe arabayı yavaş yavaş yaklaştırırken, görevliye doğru bakıyor ve bir tepki bekliyordum. Yani elini yavaşça ileriye doğru sallayarak ‘buyur geç kardeşim’ (havaalanına yaklaşırken polisler böyle yapar), ya da elini biraz daha sert yukarıdan aşağıya doğru sallayarak ‘dur bakalım, kimsin, nesin?’ (ODTÜ’ye yaklaşırken de kapı güvenliği böyle yapar) gibi bir şeyler yapması gerekiyor. Ama güvenlik yerinden kıpırdamıyor, konuşmasına ara vermiyor ve eliyle koluyla hiçbir hareket yapmıyordu. Ancak ben arabayla içeri girdikten ve bariyer hizasını tamamen geçtikten sonra birdenbire hareketleniyor, yerinden bana doğru yöneliyor (yavaşça) ve kolunu sanki bir meyve ağacının dalına uzanmaya çalışır gibi kaldırabildiği kadar yukarıya kaldırıp bana bakıyordu. Ben de sorun çıkarmak istemediğim ve görevlilere yardımcı olmaya çalışan bir vatandaş olduğum için, daha doğrusu bunların hepsinin ötesinde teminat mektubunu bir an önce alıp kurtulmak için can atmamdan mütevellit, dikiz aynasından görevliyi kontrol ediyor ve bu hareketi görünce hemen duruyordum.

Görevli konşmak için biraz uzakta durmasına, ve benim arabayla geri gelmem biraz zor olmasına rağmen, bana doğru yaklaşmakta nazlanan gelin gibi davranıyor ve bu esnada bana uzaktan sesleniyordu:

- Buyrun beyefendi?

- BAP’a gidiyorum.

- Buyrun...

Aramızdaki diyalog her seferinde tam olarak böyle gerçekleşiyordu. Birinici ‘buyrun’ kelimesi ‘nereye gidiyorsunuz?’ anlamında, ikinci ‘buyrun’ ise ‘devam edin’ anlamındaydı. Banim söylediğim ‘BAP’ kelimesi ise gizli şifre niteliğindeydi ve onu söyleyip içeri girebiliyordum.

Bu sefer aynı teraneden sıkıldığım için, kapıya öncekilerden birazcık daha hızlı yaklaştım ve sanki her gün oraya geliyormuş gibi görevliye kafamla bir selam verip hiç duraksamadan yola devam ettim. Hatta rolüme kendimi o kadar kaptırdım ki, dikizden görevlinin ne yaptığına bile bakmak biraz ilerledikten sonra aklıma geldi. İçerideki arkadaşıyla konuşmaya devam ediyordu. Park ettim. Üniversite deposunun girişi gibi olan kapıdan girip alt kata indim, beyaz koridor boyunca yürüdüm ve BAP personelinin çalıştığı açık ofise geldim.

İhale de aynı yerde, koridorun sonunda açık ofise doğru çıkan dar boğaza girmeden sağ taraftaki ihale salonunda yapılmıştı. Ben ihale için geldiğimde kapıda bekleşen diğer firma yetkililerini görmüştüm. Anladığım kadarıyla iki firma vardı ve hemen samimi olup kaynaşmış diğer işler ve ihalelerle ilgili sohbete girişmişlerdi. Bir tanesi benimle de aynı havayı yakalamak amaçlı bazı sorular sormuştu, ben de kaba olmamaya çalışarak ama fazla samimi olmaya da gerek duymadığımı belli eden cevaplar vermiştim. Zaten fazla erken gelmediğim için, çok oyalanmaya gerek kalmadan ihaleye girmiştik.

İhale günü asıl renkli anlar ihaleye verilen arada yaşanmıştı. Teklifler açıldığında benim 85.000 YTL’lik teklifime karşı firmalardan birisi 245.000 YTL diğeri de 210.000 YTL fiyat vermişlerdi. Belgeler kontrol edilmiş, kimsede herhangi bir ciddi eksik bulunamamıştı. Hatta diğer firmalardan birinin dosyasında fazladan bir sürü diploma fotokopisi ve gereksiz belgeler çıkmış, ihale komisyonu bir süre bunların ne olduğunu ve bizim dosyalarda niye bulunmadığının anlamaya çalışmıştı.

Aradaki bu ciddi fiyat farkı beni rahatlatmıştı. Dışarı çıkarıldık. İhale komisyonu ilk aşama görüşmelerini yapıyordu. Biz de diğer katılımcılarla laflamaya başladık. Daha doğrusu diğer katılımcılar beni çeşitli şekillerde duşuk fiyat verdiğim için suçlamaya, bir yandan bu fiyata işi alırsam çok büyük zarar edeceğimi anlatmaya, diğer yandan da bir şekilde anlaşma yapmaya ikna etmeye çalışıyorlardı. Ama bütün bunlar ‘laflama’ görüntüsü altında yapılıyordu. Bana sigara ikram ettiler, hatta iki kişilik kadroyla ihaleye katılan firmadakilerden birisi (mimar olan) gidip içecek sıcak bir şeyler bile getirdi.

Anlaşma şöyle olacaktı, ben bir neden uydurup ihaleden çekilecektim, firmalardan birisi işi mesela 200.000 YTL gibi bir fiyata alacaktı. Diğer firmaya artık bir komisyon verecekti herhalde, ben de işi yine baştan teklif ettiğim fiyata, hatta belki daha fazlasına yapacaktım, diğer firmaya taşeron olarak. Sonuçta burada hepimizin hedefi para kazanmak değil miydi? ‘Benim hedefim tam anlamıyla para kazanmak değil, bu iş tam olarak benim çalışmak istediğim alanda nadir çıkan işlerden birisi.’ Bu garip sözlerime de bir süre garip garip baktıktan sonra, ikna çalışmalarına kaldıkları yerden devam ettiler.

Kardeşim bir kere bu konular böyle ulu orta koridorda konuşulur mu? İkincisi bunun adı düpedüz hile değil mi? İhaleye fesat karıştırmak ya da ona benzer bir şey değil mi? İhale arasında anlaşma yapmak suç değil mi? Siz bunu nasıl bu kadar rahat öneriyorsunuz? İkisine birden çıkıştım. Sonra diyelim anlaştık ben size nasıl güvenebilirim? Ayrıca kalın kafanıza girmedi bir türlü ama ben işi resmi olarak kendim yapmak istiyorum? Üstelik idarenin bu kadar parası olmadığını da içeriden öğrendim, dolayısıyla böyle bir durumda ihale iptal olur. Affalladılar, ‘terbiyeli olun’ falan gibi birkaç şey duydum. Hem siz nereden bilebiliyorsunuz bu işin kaça mal olacağını? Biriniz doğulu bir garip müteahhit kılıklı bir herif, belli ki proje müteahhitliğini garip bir şekilde inşaat müteahhitliği şeklinde yapıyor, çeşitli ihale dümenleri ve taktikleri, rüşvet, hile ve hurda ile para kazanıyorsun.

(İhale salonunda zarflar açılırken, başkana, en çok kırım yapanın kazanıp kazanmayacağıunı sordu. Soruyu anlamayan insanların bakışları arasında açıkladı;

- Bizim oradaki ihalelerde böyle oluyor. En çok kırımı yapan kazanır ihaleyi efendim.

- Hayır canım olur mu öyle şey. Biz en düşük fiyatı vereni seçeceğiz, tabii teknik şartları sağlıyorsa.

- Peki efendim, ben onu öğreneyim dedim de.

- (Başka bir kadın üye) Olur mu öyle şey beyefendi, o zaman siz 1 trilyon teklif verir sonra en çok kırımı yaparak işi alırsınız.

- Evet, zaten amaç o efendim!

Benim dışındakiler şaşkınlıkla adamın suratına bakıyordu. Ben alışıktım bu tarif etmesi güç insan davranışına.. Aslında onların alışık olması gerekiyordu ama niyeyse ben alışıktım.)

Diğeri Ankara’da hiç duymadığım ve konuşmalardan anladığım kadarıyla da bu işlerden hiç anlamayan bir firma?? Siz nereden çıkıp da bu işin kaça yapılacağını bana öğretmeye kalkıyorsunuz? Hiç 3-boyutlu modelleme işi yaptınız mı daha önce? Hiç tarihi çevrede çalıştınız mı? (Bu tiradımda ‘hiç’ kelimesinin çok kullanılması tesadüf değildi) Hele sen, sen ne anlarsın 3-boyuttan, baksana ‘3-boyut 5-boyut fark etmez, sen parasından haber ver’ der gibi bakıyorsun suratıma? (Mimar olmayana doğru) Hala afallamış durumdan kurtulamadılar. Bense çıkışımın verdiği heyecanla biraz daha yükleniyorum. Sesimin tonunu yükselttikçe, rahatsız rahatsız etraflarına bakınıyorlar. Ya siz? (mimar olana) Öyle apartman modellemeye benzemez bu işler, arkeologların söylediklerinin bir kelimesini bile anlamayacaksınız, nasıl modelleyeceksiniz? Neresi modellenir, neresini imajları giydirerek göstermek lazım, hangi mekanı nasıl sunmak lazım? Bunlar hakkında herhangi bir fikriniz olmadan, resmi gazeteden ihaleyi görüp buraya gelmişsiniz, bana nasıl akıl ...derken, iki kişilik firmadakilerden genç olan (mimar olan) silkindi, şaşkınlığını üzerinden atıp hafifçe üzerime geldi, ellerimi tutmaya çalıştı. Ben bir yandan konuşmaya devam etmekte olduğum için ‘ne diyosun sen’ gibi bir şeyler söylediğini duydum.

Sonu gelmeyen nutuğuma hepsi birden üzerime atlamadan nokta koymam gerektiğine karar verdim. Adamın ellerini ittirerek hafifçe geri çekildim. Sakin olun! Sakin olun! Etrafımızda hemen belli belirsiz bir çember oluşmuştu. Kavga olması ihtimalini hisseden birkaç kadın araya girmek için bir şeyler söylediler. Gürültüyü duymuş olacaklar, ihale salonun kapısı da açıldı. Komisyon başkanı ve birkaç kişinin dışarı çıktığını gördüm. Ben dahil herkes konuşuyordu, birileri bir şeyler soruyor, bizler sürekli birbirimizi üçüncü şahıslara şikayet ediyorduk. Komisyon başkanının yanına yaklaştım;

- İhalenin iptalini gerektirecek bir durum oluştu.

Dedim, garipçe suratıma baktı, yavaş yavaş ortalık yatıştı. Komisyon bizi tekrar odaya aldı. Yalnız görüşmek istediğimi söyledim, herkesle ayrı ayrı yalnız görüşülmesi şartıyla anlaştık. Diğerlerini çıkardırlar. Cep telefonumun ‘play’ düğmesine bastım. Sigara için çakmak ararken, telefonun ‘record’ düğmesine basmış, baştaki 5-10 dakikalık kısım dışında, neredeyse konuştuğumuz herşeyi kayıt etmiştim. Ses kalitesi çok iyi değildi ama konuşulanların çoğu anlaşılıyordu.

- İhaleye fesat karıştırdılar, açıkça anlaşma teklif ettiler. İhalenin iptalini istiyorum.

Hiç yorum yok: