11 Ağustos 2007 Cumartesi

Teminat - Kısa devlet dairesi hikayesi - bölümler III - IV

III

Banu Hanım’ın olmadığı boş masaya yaklaştım ve ‘acaba benimle kim ilgilenecek?’ der gibi etrafıma bakındım. Kimse oralı olmamıştı. Yan masadaki memur çok önemli bir şey yaptığı belli olacak şekilde bilgisayarına gömülmüştü, ekranını göremiyordum. Banu Hanım’ın diğer iki komşusu da izinli olacaklar ki masaları boştu. Yakındaki diğer masa gruplarında ekranını görebildiklerimin birisi Hürriyet’ın sayfasında haberlere bakınıyordu, başka bir kadın da fal bakıyordu.

- Hanfendi, artık bu Solitare’in devri geçti, böyle falla malla ilgilenecekseniz bari daha gelişmiş bir şeyler bulun, yeni çok güzel fal programları falan var, oyunlar var.

Ortalıkta koşuşturan iki tane ilkokul düzeyi çocuğun annesi gibi görünen kadın en çok çalışanları gibiydi. Ne yaptığını göremiyordum ama bir yandan masasındaki dosyaları karıştrıyor, bazı belgeleri okuyor, bir yandan da arada sırada çocukları sessiz olmaları için uyarıyordu. Sonra salonda iki çocuğun daha varlığını fark ettim. Koşuşturanlardan ayrı olarak iki çocuk daha vardı ama onlar boş masalarda bilgisayarların başına oturmuş, sessiz sedasız takılıyorlardı. İki tane kadın memur, birisi yerinde oturuyor, diğeri de onun masasına yaslanmış ve biraz eğilmiş bir pozisyonda, akşamki yatak muhabettini konuşur gibi bir edayla sessizce gülüşüyorlardı. Salonda bunların dışında bilgisayarıyla meşgul olan ama çok da önemli bir şey yapmadığı bakışlarından anlaşılan bir adam, ve camekanla ayrılmış müdür bölmesinde olmanın rahatlığıyla gazeteyi web sayfasından değil, elinde tutarak okuyan bir kadın vardı. Saatlerce orada dikilsem de kimsenin benimle ilgilenmeyeceğini anlayınca, sessizce bilgisayarıyla meşgul olan adamı seçtim kurban olarak:

- Afedersiniz, Banu Hanım ...

- Tatilde!

- Hah Biliyorum tatilde oluduğunu da, bugün telefon etmiştim, bizim bir ihale vardı, ikinci teklifiz, sözleşme de imzalanmış ihaleyi alan firmayla sanırım....

(Uğraştığı fazla önemli olmayan işini bırakıp yerinden kalktı)

- Telefon etmiştiniz di mi sabah?

- Evet.

- Nerde kaldınız yav?

- Neden? Öğleden sonra gelirim demiştim.

- Öğleden sonra da saat 4’e geliyor. 4’ten sonra işlem yapmıyoruz.

- (Tam adamın yanındaki kolonda asılı olan yaklaşık 40 cm çapındaki dev saate baktık birlikte. Saat 3:27’ydi. 4’ten sonra işlem yapmıyor ve 3’le 4 arasında da nazlanarak ve azarlayarak işlem yapıyorlardı.)

- Ancak gelebildim, zaten 4’e kadar bizim işimiz biter merak etmeyin.

Bu esnada Banu Hanım’ın arkasındaki dolabı açtı, oradan bir dosyayı çıkardı, ayakta bir süre inceledi. Benim sözüme herhangi bir cevap vermeye gerek görmedi. Bir süre ayakta öylece durduk. Çocuklardan biri benim yanıma gelip garip garip hareketler yaptı. Yandaki bilgisayarda transfer haberleri gözüme çarptı. Fenerbahçe Roberto Carlos’u alabilirmiş.

- Stüdyo demiştiniz di mi?

- Evet, Stüdyo Z Tasarım.

- Sizin yazınızı yazmamış Banu Hanım.

- Yani?

- Yanisini bilemem Banu Hanım yazmamış yazınızı, tatilden gelince onunla konuşursunuz.

- Sözleşme imzalanmamış mı peki?

Biraz daha dosyaların içine gömüldü, suratındaki ‘bitse de gitse artık’ ifadesi biraz güçlendi.

- Sözleşme imzalanmamış olabilir, Banu Hanım’a sormanız lazım. Ama imzalansa yazardı mutlaka yazınızı.

- Ne zaman gelecek Banu Hanım?

- Haftaya Pazartesi burada olur.

Bunu söylerken konunun kapandığına kanaat getirip dosyayı yerine yerleştirdi. Çocuklar bağırıyor, anneleri bağırmayın diye bağırıyor, yatak muhabetti yapanlar kikirdiyor.

- Sözleşmenin imzalanıp imzalanmadığını nereden öğrenebilirim? Çünkü imzalandıysa, ben Banu Hanım’ı beklemeden bir an önce almak istiyorum teminat mektubunu?

- İmzalanmamıştır, imzalanmış olsa Banu Hanım yazınızı yazardı. Siz merak etmeyin Banu Hanım gelince ilgilenir ve sözleşme imzalanınca yazınızı yazar, siz de gelir alırsınız teminat mektubunuzu.

- Peki o zaman teşekkür ederim.

Aradan Banu Hanım’ın her türlü gecikme ihtimalini de hesaba katarak tatilden kesin olarak dönmüş olacağı ve yeni bir tatile çıkmadığından kesin olarak emin olabileceğim uygun bir süre geçtikten sonra, tekrar gittim. Bu sefer kampüsün içine arabayla girmedim, Ankara boşaldığı için caddede yer vardı. Arabayı karşı kaldırımda bırakıp, içeri yürüyerek girdim.

İçeri girerken güvenlik görevlisinin yabancı yayalara da tam olarak yabancı arabalara davrandığı gibi davrandığını anladım. Tam bariyeri geçerken ‘Hoşgeldiniz, nereye gidiyordunuz?’ diye bağırdı. ‘Gidiyordunuz değil, gidiyorsunuz denir!’ Normalde arkadan gelen bir hoşgeldin mesajını üzerime alınmam ama bunu bekliyordum. Bir an için, hiç duymamış gibi yapmayı da düşündüm, sonra vageçtim. Sorun istemiyordum. Zaten şifre basitti:

- BAP’a gidiyorum.

- Buyrun...

BAP denilen yere gittim, koridordan geçtim, açık ofise geldim. Banu Hanım yerindeydi. Koşuşturan çocuklar yine ortalıkta. Müdür ya da şef, nerneyse odası boş. Bugün bilgisayarında önemli işlerle ilgilenenler daha fazlaydı. Zemin güzel, yağış yok, hava sıcaklığı 16 derece civarında, stadyum dolu, herşey futbol oynamaya uygun.

- Merhaba, ben Stüdyo Z Tasarım’tan geliyorum, teminat mektubu vardı, Hamaxia ihalesi, ikinci teklif.

Birkaç saniye boş boş suratıma baktıktan sonra

- Haa evet, e ben yazdım sizin yazınızı, haftalar önce.

- Nasıl yani?

- Ne zamandı sizin ihale? (Bir dosya açtı)

- 4 Nisan. (Artık öğrenmiştim ne zaman olduğunu. Bürokrasi gereği insan ihaleden birkaç hafta sonra hatırlamıyor tam zamanını ama birkaç ay sonra ezberlemiş oluyor.)

- Eve ben yazdım sizin yazınızı.

- Bana yazı falan gelmedi.

- Vezneden alabilirsiniz teminat mektubunuzu, ben yazdım yazınızı. Yazı size yazılmaz, vezneye yazılır.

- Hmm... peki vezne nerede?

- Binadan dışarı çıkın, sola girişe doğru dönün.....

Tabii koca kurumun bana haber verecek hali yok. Onlar vezneye yazıyorlar, ‘verin bu adamın teminat mektubunu!’ diye. Ben kendim takip etmeliyim teminat mektubunu.

- O zaman bana niye ‘yazınız yazınız’ diyip duruyorsunuz kardeşim? Bana ne yazıdan?

Neyse çok yaklaştım. Vezneye gidiyorum, teminat mektubunu alıyorum. Şurdan sola, yanlış geldik, burası daha ziyade rektörlük gibi bir yer.

- Pardon vezneyi arıyordum?

- Diğer bina. Burası Rektörlük. Kapıdan girince sağdaki koridor ilk oda.

Diğer binaya girdim, kapıdan girince hızlıca sağdaki koridora döndüm, yine arkadan bir ses.

- Buyrun?

- Vezneye gidiyorum. (Buranın şifresi)

- Buyrun....

Tekrar geri döndüm, ilk odaya girdim.

Karşılıklı iki çalışma masası, üzerleri darmadağınık. Her ikisinde de birer bilgisayar. Bir tanesinde küçük ve havalı bir webcam takılı. Monitorler ince LCD. Webcam takılı olanda çok fonksiyonlu renkli bir klaveye, ışıklı mouse. Webcamli masa boş, diğer masada bir kadın memur elindeki dosyanın içindeki kağıtları sayıyor ya da ona benzer birşey yapıyor. Kimseyi görecek ya da dinleyecek hali olmadığını belirten bakışları ve suratındaki ‘gerçekten önemli bir şey yapıyorum’ ifadesi yüzünden bir süre bekliyorum. Karşılıklı ve pencereye dik şekilde yerleştirilmiş masaların diğer yanında bir boşluk ve yüksek bir vezne bankosu var. Arkasında da ben varım. Vezne bankosu niye yüksek onu anlayamadım. Sanırım böyle olunca insanların bir şey söylemesi, bir şey istemesi biraz daha zorlaşıyor, arka taraf daha bir ulaşılmaz hale geliyor. Duvarlardaki resimleri, takvimleri ve hatta ofis duyurularını inceledim, odadakilerin siyasi görüşlerini anlamaya çalıştım. Say say bitmedi kadının elindekiler. Sonunda söze girdim:

- Teminat mektubu alıcaktım.

- (Yüzüme bir an için belli belirsiz bakarak ve bir an bile duraksamadan) Şimdi veremem. Kasa sayımı yapıyorum.

- Vezneden alabilirsiniz dediler.

- (Yine duraksamadan) Şu an veremem. (Kafasını kaldırıp arkamda asılı olan saate bir göz attı) 4’ten sonra hiçbir şey veremiyoruz.

Şaka gibiydi, saat 4’ü 1 ya da 2 geçiyordu.

- Hanfendi, sadece bir dakika geçmiş ki, zaten ben de en 1 dakikadır burada sizin işinizi bitirmenizi bekliyorum.

- (Tecrübeli bir memurdu galiba. Yine duraksamadan.) Beyefendi, sayım yapıyorum. Şimdi size mektubu verirsem bu sayımı tekrar yapmam gerekecek.

- (Bu sefer ben de duraksamadım) Yooo, sadece benim mektubumun miktarını bir tarafa ekler, bir taraftan çıkarırsınız olur biter.

- (Bu sefer hışım dolu bakışlarını gözlerimin içine diktikten sonra) O kadar kolay değil, zaten kasa da kapanmıştır. Dediğim gibi 4’ten sonra, Pazartesi gelin.

IV

Pazartesi değilse de, birkaç gün sonra yine soluğu veznde aldım. Arabamı dışarı park ettim. Ana kapıdaki görevliye bu sefer o sormadan yaklaşıp, ‘BAP’a gidiyorum’ dedim, ardından bina girişindeki görevliye de seslendim ‘vezneye’ diye. Bina girişinden 20-30 m ileride çimenlerde avare avare dolaşıyordu. Eliyle bir işaret yaptı. Vezneye girdim. Aynı kadın, yine bir şeyler yapıyordu.

- Merhaba, teminat mektubumu alacaktım.

Biraz bekledikten sonra ki, bu biraz bekleme olmadan hiçbir iş olmıuyordu, kadın kalktı. Yanımdaki dosyayı açtı, birkaç kağıdı çevirdi, sonra uğraşmamaya karar verdi. Dosyayı hiçbir şey söylemeden bana doğru uzattı, daha doğrusu sadece çevirdi. Tekrar yerine döndü. Daha yerine oturmuştu ki,

- Buldum,

Önce bana bir bakış attı, sonra yerinden kalkıp geldi. O esnada webcamli masanın sahibi de içeri girdi. Adam masasına oturmadan, kadın beni ona salladı bu sefer.,

- Mahmut, teminat mektubu alacaklarmış...

Kadın yerine oturdu tekrar, bankoda müşteriyle konuşulan yere Mahmut geldi.

- Vekaletinizi aliyim.

- Vekaletim yok yanımda.

- Vekaletiniz yok mu?

- Yok ben şirket müdürüyüm, imza sirkülerim içeride var. (Elimle BAP istikametini işaret ederek)

- O zaman imza sirkülerini almam lazım.

- Beyefendi hepsi içeride ihale dosyasında var.

- Olsun efendim, bize de getirmeniz lazım. İlk defa mı teminat alıyorsunuz?

- Hayır da ilk defa ihale kaybediyorum. (Normalde iş bittikten sonra dilekçe ve kimlikle alıyorduk) Beyefendi içerideki ihale dosyasında benim imza sirkülerim var. Ben niye aynı iş için tekrar tekrar imza sirküleri getiriyim?

- Olur mu beyefendi, orası ayrı burası ayrı.

- Nasıl ayrı? Aynı kurumun farklı birimlerisiniz ve aynı işle ilgili bir işlemden bahsediyoruz.

- Hayır efendim, imza sirküleriniz olamdan veremem teminat mektubunuzu.

- (Kadın araya girdi) Bunlar Sayıştay’a yollanıyor beyefendi.

- (Pes etmiştim ama söyleniyordum) Tamam ihale dosyasından bir fotokopi alıp koyarsınız o zaman Sayıştay için. (Suratlarındaki garip bakışların üzerine bir kere daha çıkıştım) Evet, ne var bir fotokopiyi 50 metre ileriden almak varken, beni ofise tekrar yollamak daha mı mantıklı?

- Beyefendi, imza sirkülerinizi getirin.

- Orjinal mi istiyorsunuz, fotokopi yeterli olacak mı?

- Hem orjinal, hem fotokopi, ayrıca kimlik fotokopisi.

- Yaa beyefendi, bakın kimlik fotokopim yanımda. İmza sirkülerim şurda BAP’ta mevcut. İmza sirküleri benim bu şirketin müdürü ve yetkilisi olduğumu size ispat etmek için gerekli. Kimliğim de benim gerçekten ben olduğumu söylüyor. BAP’a bir telefon edersiniz, şirket yetkilisini öğrenirsiniz, hatta faks da çekerler belki imza sirkülerini.. Yok di mi? Aman siz sakın kolaylaştırmayın bir işi...

- Beyefendi biz işlemi zorlaştırmıyoruz, sadece...

- Zorlaştırıyorsunuz demedim, kolaylaştırmıyorsunuz dedim. Arada çok fark var, anlayan için.

Noktayla birlikte odadan çıkmıştım.

Birkaç gün geçtikten sonra tekrar teminat mektubu için yollara düştüm. Arabayla kapıdan daldım, kimseye selam vermeden, bakmadan içeri girdim, otoparka park ettim. Bina kapısındaki adama kafamı şöyle bir salladım, yine gezintideydi. Venzeye geldim:

- Merhaba, teminat mektubumu alacaktım?

Aynı kadın masada oturuyordu. Bu sefer güneşten rahatsız olduğu için ekranı müşteri tarafına doğru çevirmek zorunda kalmıştı. Arkada bulvar gazetlerinin baskılarındaki gibi iri başlıklar atılmış bir gazete web sayfası açıktı. Onun üzerinde de MSN konuşma penceresi duruyordu. Bana şöyle bir baktı, sanki ‘tamam, geliyorum’ der gibi bir mana sezdim ama emin de olamadım. Yavaşça yerinde doğruldu. Konuşma penceresine bir şeyler yazdı. Tam kalkacak gibi oldu, tekrar bir şeyler yazdı. Biraz durdu bekledi, karşı tarafın ‘tamam’ demesini bekler gibiydi. O esnada tekrar gazete sayfasını açtı. Bir şeyler okudu galiba.

- Hanfendi, sizin keyfinizi mi bekliyorum yoksa gazetede inanılmaz bir haber var, donup kaldınız mı?

Yok, sakin, son aşamadayız. İmza siküleri, orjinal, fotokopi, kimlik fotokopisi, herşey tamam. Saat uygun, kadının işi yok, sayım mayım yapmıyor, bugün bu iş olacak.

Kadın MSN’den gelen cevabı okudu. Bir süre kafasında değerlendirdi, ya anlaması biraz zaman aldı, ya da vereceği cevap onu düşündürüyodu. Biraz düşündükten sonra cevabını yazdı. Tam kalkar gibi yaptı, hatta bu sefer kıçı sandalyeden hafifçe kalkmıştı ki, tekrar bıraktı kendini, cevaba bir şeyler ekledi. Tekrar gazete sayfasını açtı, o arada masanın üzerinde bir kalemin yerini değiştirdi, başka bir şeylerle oynadı. Artık ‘kadını azarlasam mı?’, kamera şakası, ‘sinir krizi geçiren Anakar’lı genç mimar’ haberleri, ‘dosyaya kendim girişşem mi’, gibi ihtimaller kafamı kurcalamaya başlamıştı. Sıcak bu ihtimallerin gerçekleşme şanslarını arttırıyordu ki, allahtan kadının kıçı sandalyeden tamamen ayrıldı. Karşı taraf cevap vermedi sanırım. Yüzünde garip bir gülümsemeyle bana baktı.

- Neydi şirket?

- Stüdyo Z Tasarım

Dosyada biraz aradı bizim teminat mektubunu. İş yavaşlatma eylemi yapamayacak kadar yavaş hareket ediyordu ama ben de bir keçi inadı ve sabrıyla bekliyordum. Teminat mektubunu buldu. Bankonun üzerinde olduğunu anladığım ama yükseklik nedeniyle benim tarafımdan görülemeyen bir başka bilgisayara bir şeyler yazdı. Ekrana bakıyor, arada bir şeyler yazıyor, arada durup bekiyordu. Biraz sonra, kafasını kaldırmadan ve bana bakmadan:

- 3 numaralı odadan çıktılarınızı alın.

- 3 numaralı odadan çıktılarımı alıcam?

- Evet, hemen sol tarafta....

Şimdi de nurtopu gibi çıktılarım oldu. Bir de bunu sanki ben istemişim çıktıları gibi bir ifadeyle söylemez mi?

- Niye kardeşim? Niye ben alıyorum? Ben sizin uşağınız mıyım? Yoksa ofisboyunuz muyum?

- Beyefendi...

- Ne beyefendisi yaa, sizin göreviniz bana bu teminat mektubunu vermek ve bunun için gerekli olan tüm işlemleri yapmak. Her belgeyi getirdim. Hadi bakalım bi zahmet kaldır o kıçını, git nerden çıktı alınacaksa al, başka ne yapılacaksa yap, ben de nereyi imzalayacaksam imzalıyım, ve bana allahın cezası teminat mektubumu ver!

Çıktıları alacağım odanın kapısını çaldım ve açtım. İçeride 8-10 tane masa vardı. Masaların yarısının personeli ayakta harala gürele bir şeyler konuşuyordu. Kapıya en yakın olan masadaki adam bana ‘ne var?’ der gibi baktı.

- Çıktılarımı alacaktım.

Eliyle odanın öbür tarafını işaret etti. Oraya doğru ayakataki insanların aralarından geçerek ilerledim. Yazıcıyı gördüm. Başındaki kadın yazıcıda duran birkaç kağıdı aldı, dikkatlice kağıtlara baktı, sonra parola sorar gibi:

- Şirketin adı?

- Stüdyo Z Tasarım, kadar taş düşşün başınıza.

Kağıtları uzattı. Aldım, vezneye geri döndüm. Ahhh yine aynı kadın, çıktılarımı uzattım. Biraz bekledi almak için. Hala aynı yerde oturuyordu. Sonra aldı, kağıtlarla bir şeyler yaptı, birini kenara ayırdı, bir damga bastı, paraf attı.

- Kimlik fotokopiniz?

Uzattım. Biraz baktı ona da. Neyine bakarsın saniyelerce, kimlik fotokopisi işte.

- İmza sirküleriniz var di mi?

Fotokopiyi uzattım. İmza sirkülerinin üzerinde çok daha fazla ve anlamlı yazı olmasına rağmen niyeyse ona hiç bakmadı. Aldı ve diğer kağıtlarına arasına koydu. Sonra tüm kağıtları bana uzattı.

- İmza, şuraya. Üzerine de adınız yazın.

Gösterdiği yerde ikisi birden şöyle dursun, sadece benim imzama yetecek kadar bile yer yoktu. İmzayı taşırarak attım. Adımı da artık kenara bir yere sıkıştırdım. Kaşla göz arasında kendi bilgisayarının başına oturmuş, mesajlaşmaya başlamıştı yine. ‘Tamam’ dedim, sesimi duyacağı bir seviyeden. Hiç tınmadı, bir şeyler yazdı, kafasını bile oynatmadı. ‘Alaaaah’ diye naralarla bankonun üzerine çıkıp uçarak kadına doğru atladım. Sağlı sollu tokatları gittikçe hızlanarak vuruyordum. Kadının memur kafası boks anrenmanındaki bir kum torbası gibi sallanıyordu.

- İmza sirkülerinin orjinali var di mi?

- Var (dosyadan çıkardım orjinali)

- Tamam gerek yok, öbür tarafta isterlerse....

Kalktı, yavaşça bankoya geldi. Sıkıntılı sıkıntılı etrafına bakınıyordu. Arkamı dönüp korkuyla saate baktım; 4’e daha 1.5 saat vardı. İmzaladığım kağıtlara baktı. Eline aldı, yemeğe katılacak bir malzemenin suyunu damlatır gibi kağıtları salladı. Sonra tekrar önüme koydu. Kafasını yine kaldırmadan ve yüzüme yine bakmadan, duyulması zor bir sesle:

- 10 numaralı odada imzalatın.

- 10 numaralı odada?

- Evet karşı koridorda...

Karşı koridorda 10 numaralı odanın kapısını çaldım ve açtım. Tek kişilik bir masada, müdür hanım oturuyordu. ‘Bunları imzalatmamı söylediler’ diyerek masaya yaklaştım. Kağıtları aldı, biraz baktı, okudu, ne olduğunu anladı. Sonra imzaladı.

- Teşekkür ederim

- Olduuu, iyi günler.

Tekrar anavatanım olan veznedeyim. Kağıtları verdim. Önce şöyle bir baktı. Bankodaki bilgisayara bir şeyler yazdı. Biraz sıkıntılı sıkıntılı bekledi. Sonra bir şeyler daha yazdı. Sonra dosyadan daha önceden çıkardığı teminat mektbunu bana uzattı.

- Herşey tamam mı?

- Siz yine bir bakın mektuba.

- Tamam.

Mektup benim mi, doğru mu, yanlış mı, kontrol etmem gerekiyordu galiba. Baktım Stüdyo Z Tasarım. Tamamdır. Aldım mektubumu.

Hiç yorum yok: