23 Ekim 2008 Perşembe

Tha Fall



Tarsem Singh her zaman düşündüğüm bir şeyi yine benden önce yapmış; Rüya filmi. Çok başarılı görsel sahnelerin kurgulandığı filmde, hikaye gelişirken, ağır hastalığın ve yalnızlığın iç dünyasına dündürdüğü bir adamın küçük bir kıza anlattığı hikayelerin kızın gözünde rüyalaşmasını görüntülenmiş. Filmin ana konusu hikayelerin görselleşmesinden geri planda kalıyor ama hastanedeki hayattan kısa bir kesit sunan filmin hikayesi de yalın ve derin.Hikayelerin rüyalaşması, izole bir ortamda kızın algısının yakaladığı imgelerin kullanılmasıyla ustaca görselleştirilmiş. Burada fimin derinliği, görsel yalınlık ve rüya absürdlüğünü yakalayabilmesinini dışında, bu imgelerin küçük kızın kafasında nasıl görselleşeceği üzerine de derin bir çalışmayı yansıtıyor.Fim zaman zaman ağırlaşabiliyor. Aslında bu da rüyaların absürdlüğüne ve bütünlüğü kurmanın zorluğuna benziyor. Ama sinemayla ilgilenen kişiler için mutlaka görülmesi gereken bir eser. Görselliği örneklemek için birkaç resim koyuyorum ama istediğim resimleri de bulamadığım kayıtlara geçsin.


Kızın rüyalarındaki görsel öğelerin ve hatta kişilerin izole hastane ortamından bilinçaltına yerleştiğini yavaş yavaş ve sonuna doğru fark ettirmesi açısından biraz Usual Suspects havası var. Sahnelerin yalın ve etkileyici görsel kurgusunu ifade etmek için de yönetmenin önceki filmi The Cell'in veya Hero'nun şiirselliklerinden bahsedilebilir. Ama The Cell'e göre kesinlikle daha kaliteli bir film.

Zeitgeist: The Movie - Zamanın Ruhu



Tek kelimeyle müthiş bir belgesel. Peter Joseph'in hiç yeni çekim yapmadan kurguladığı bu tek kişilik yapıt 3 bölümde din, terör ve dünya ekonomisi arasındaki bağları ortaya sermeyi hedefliyor. İlk bölümde Hristiyanlık örneğinde dinlerin tarih boyunca nasıl kullanıldığını, temel güç odaklarıyla olan ilişkilerini inceliyor. İkinci bölümde, başka birçok muhalif belgeselde olduğundan daha başarılı bir şekilde, resmi 9/11 söylemini çökertiyor. Kısa, öz ve anlaşılabilir argümanlarla söylemin her noktasına saldırıyor ve eleştirinin bir adım ötesine geçerek kendi açıklamalarını ortaya koyuyor. Son bölümde ekonomik güç odaklarının dünya ekonomisini yönlendirmesi ve terör ve savaş gibi olguları da basit araçlar olarak kullanması üzerine oturttuğu argümanını son yüzyıl tarihinden örneklerle Yeni Dünya Düzenine kadar başarıyla taşıyor.
Film başından sonuna kadar, giderek dojazı arttırarak gelecek olan tehlikelere karşı bireyleri açıkça uyarıyor. İzleyicileri birey olmayı anlamaya ve birey olmaya çağırıyor. Bu açık taraflılık durumu belki bir eleştiri medyası yaratabilir. Ya da Joseph'in politik duruşuna eleştirel bakmak isteyenler için bu yanlılık bir eleştiri nedeni olabilir. Argümanlarını beslemek için kullandığı zengin verileri de araştırıp doğrulamak biraz zor. Ama dersine iyi çalışmış olduğu da apaçık ortada.

The social manipulation of society through the generation of fear and division has completely detached humans from their sense of power and reality.

Zeitgeist, bir anlamda başarılı bir uyanış ve kendine geliş haykırışı. Görsel yapısı çok güçlü olmasa da, yer yer sinematografik ögeleri kendi argümanı ve kurgusu çerçevesinde başıyla kullanan bir belgesel. Zaten sinematografinin mesajın önüne geçmesi de istenmemiş. Sinematografi yalın ve yerinde bir araç olarak kullanıyor.
En az iki kez izlenmeli.
http://www.imdb.com/title/tt1166827/

Barış K’s Eurasia Mix Part III - Türk Kozmik Space Masters

Uzun zamandır bu sayfalarda yerini bulan dostumuz Barış K’nın Eurasia serisi artık Atlantik hudutlarını aştı ve New York’un hem en popüler, hem en havalı DJ / Producer’larından, DFA Records‘cu Tim Sweeney’in haftalık radyo programı ‘Beats in Space’in başköşesine oturdu. Tim’in “Bu senenin en iyi programı oldu” dediği Avrasya’nın son halkasını buradan paylaşıyoruz.

Amerika’da WNYU‘da yayınlanan bu radyo programının parça sıralaması şöyle:

Mahzuni Şerif - Yuh Yuh
Özdemir Erdoğan - Bir Adım Öte
Edip Akbayram & Dostlar - Mehmet Emmi (Barış K Edit)
Derdiyoklar - Yaz Gazeteci (Barış K Edit)
Gülden Karaböcek - Şu Sazıma Bir Düzen Ver
Kamuran Akkor - İkimiz Bir Fidanız (Barış K Edit)
Arif Sağ - Osman Pehlivan (Barış K Editt)
Timur Selçuk - Panayır Günü (Barış K Edit)
Şenay - Dalkavuk (Barış K Edit)
Modern Folk Üçlüsü & Ayşegül Aldinç - Dönme Dolap (Barış K Edit)
Şenay - Honki Ponki (Barış K Edit)
Neco - Hayaller ve Rüyalar (Barış K Edit)
Osman İşmen - T.R.T. (Barış K Edit)
Zerrin Özer - Umut (Barış K Edit)
Nazan Şoray - Teselliye Sen Gerek (Barış K Edit)
Zerrin - Son Defa (Barış K Edit)
Osman İşmen - Süt İçtim (Barış K Edit)
Ajda Pekkan - Bir Dost Bulamadım (Barış K instrumental edit)
Ajda Pekkan - Petrol (Barış K Edit)
Cem Karaca - Nem Alacak Felek Benim (Barış K Edit)
Selda - Meydan Sizindir (Barış K Edit)
Edip Akbayram - Ayrılık (Barış K Edit)
Derdiyoklar - Dom Dom Kurşunu (Barış K Edit)
Ersen - Derman Bulunmaz (Barış K Edit)
Barış Karademir feat. Candaş Baş - 200 (Demo Miks)
Edip Akbayram - Yaralarım (Barış K Edit)

Buradan dinleyin

Buradan da indirin

15 Ekim 2008 Çarşamba

Ribery Azmi

Azmiyi yolda buldu kutay. Tarih de duseyim, 26 eylul 2008’de. Kalkanda, aksamustu eve donerken. Yolun ortasinda oylece duruyormus. Beklemis gitsin diye, gitmemis. Inmis arabadan kenara koyayim bari diye dusunerek, bu sefer de arabanin kapisina kadar pesinden gelmis. Birakmamis kutayi. O da almis eve getirmis bir karton kutunun icinde. Kucucuk, bakimsiz, zayif, tuylerinin arasindaki bitler gorunecek kadar zayif bir kedicik. Bir deri bir kemik deyiminin resim hali. Gozundeki iltahap oyle akmis ki, surati yok gibi. Bu hayvancagiz neresiyle goruyor dedirtiyor insana. Ilk ismi Ribery idi bu yuzden. Hani su bir zamanlar Galatasarayda da oynayan yuzunde (sanirim) kazadan kalma bir iz olan futbolcu. Kutayin cok hosuna gitti bu isim tabii ki.

Kediler dokuz canli olur derler ya, Azmi bizi buldugunda (boyle soylemek daha dogru) dokuz canin en az altisini harcadigini bilememistik. Ilk aksam birseyler yesin diye, buzdolabimizda bir kediye uygun tek yiyecek olan salamdan verdik. Bi guzel goturdu. Sut de vardi neyse ki, onu da icti. Cok hali yoktu oyle dolanmaya. Onu koydugumuz kutunun icine yerlesti. Uyuklamaya basladi. Ara ara verandaya cikip kontrol ettik. Her defasinda kafayi kaldiriyordu. Sonra oyle derin bir uykuya dalmis ki zavallicik, biz cikinca hic tepki vermedi. Oyle ki onu öldü sandik. Kutuyu sarstik, salladik, bana misin demedi. Ölü olduguna o kadar inandik ki, ben hickiriklara boguldum bir anda. Kendim de sasirdim bu halime. Simdi dusununce… icime hic ummadigim bi yerden dokunmustu o ölüm. Vicdanim, ölüme bu kadar yakin birine yardim ettigini bilmiyordu, dusunebildigimden de zavalliydi demek zavallicik.
Hazirlandik, azmiyi musait bir yerlere goturmek uzere. Nereye goturecegimiz hakkinda bir fikrimiz de yoktu. ‘Kutay, hakkaten öldü mü?’ dedim tam cikacakken, kutay bakti tekrar kutuya: ‘Aaa, kipirdadi bu!’
Bir anda canlandi, ayaklandi onca sarsilmaya tinmayan kedi… Verandaya goturduk hemen, bir bayram havasi esti evde. Bu sefer de sevincime sasirarak kahkahalarla gulmeye basladim. Elimizde bir ölü kedi oldugunu sanarak, caresizce yapilmasi gerekeni yapmaya hazirlanirken… zamanin geri donmesi gibi bir duygu. Gercek hayatta da olmasi arzu edilen 'undo' komutu gibi…
Ertesi gun veterinere goturduk azmiyi. Gozlerine birsey surdu adam, simdi goruyor artik dedi. Gozleri acilinca bir anda bir surata kavustu azmi, kedi oldugu ortaya cikti sanki. Hem de yuzundeki yara bereye ragmen sevimli bir kedi. Dis parazitler icin bir ilac surdu ensesine. Yarin aksama rahat rahat sevebilirsiniz dedi. Ic parazitler icin de bir igne yapti. Gozleri icin bir solusyon verdi, her gun surulmesi gereken. Iki veya uc haftalikmis yavrucuk. Yemek yerse kurtulur dedi. Vizite ucretine bizim gibi vicdan sahibi musterilerinin iclerini rahatlatmak da dahil oldugu icin olsa gerek, ‘siz elinizden geleni yaptiniz’ diye de ekledi. Mamasini ve kedi kumunu da alip ciktik veterinerden.
Ignenin etkisiyle o geceyi cok kotu gecirdi azmi. Surekli uyuyordu ve surekli sanciyla kivraniyordu. Evin icinde bir yer yaptik ona. Yanina sicak su sisesi koyduk. Gece basinda bekledik bebek gibi. Uyanmadigi icin bisey yiyemedi. Oyle sancisi vardi ki, ‘bu sefer ölürse uzulmicem o kadar cok’ dedim kendi kendime gecenin bir vakti. Sabah bes gibi yattik. Sekizde kalktigimda azmiyi yuvasından uzaklasmis, seramiklerin üstünde ve çişinin yanıbaşında baygin uyurken buldum. Yerine goturdum. Hala sancisi vardi. Sicak suyu yeniledim. Ortaligi silip yattim yine mecbur. Onbirde kalktigimda azmi biraz daha uyanik gibiydi. Ayaga kalkmak istiyordu, iki ön ayaginin ustune basabiliyor, ama kicini kaldiramiyordu. Biraz kaldirabilse, yalpalaya yalpalaya iki adim atiyor, hoop yikiliyveriyordu. Yine de umut verdi bu durum bana. Yaninda duran suya agzini soktum, bir iki yudum aldi. Yine yalpalamalara devam etti. Yarim saaat kirkbes dakka mucadelemiz surdu birlikte ve nihayet beklenen gelisme oldu, kakasini evin orta yerine bi guzel yapti. Sonra burnunu mamasinin icine daldirdim zorla, yemege basladi. ‘ne azim varmis sende yahu’ dedim saskinlikla, yirttigina sevinerek. Azmi adini o gun aldi iste.
O gunun gecesi caglar ve gokhan geldiler. Ribery Azmiyle ilk tanisan saibeliler onlar oldu. Zayifligina sasirdiklarini hatirliyorum. Ve iki fenerli olarak, Ribery yerine Azmi diye hitap etmeyi tercih ettiklerini. O gece ust kat balkonunda yatirdik azmiyi, alt kat verandada baska hayvanlar gelir saldirir falan diye. Sabah caglarin sesiyle uyandim, ‘sizin kedi asagi dusmus’. O olduguna inanmayarak firladim yataktan. Hakkaten de azmiydi. Alt kat verandanin ustundeki sundurma sayesinde yumusak bir dusus yapmisti anlasilan. Dokuz candan geriye kalan uc canin ilki sanciyla gecirdigi gece, ikincisi de balkondan dustugunde harcanmisti sanirim.
Ahu ve serdar geldiklerinde Azmi artik o kotu geceye kiyasla cok cok iyiydi. Istahi hic fena degildi. Yas mamayi afiyetle goturuyordu. Ama surekli ishaldi. Bu arada neyse ki kumunun yerini ogrenmis, ortaliga pislemeyi birakmisti. Yas mamanin icine kuru mama katip caktirmadan kuru mamaya alistirmaya calisiyorduk. Ama hic sevmemisti kuru mama isini.
Verandadan hic cikasi yoktu. Arada bir biz cikarip topraga bastiriyorduk, biraz hayati ogrensin diye. Ama yok. Miyavlaya miyavlaya pesimizden geliyodu, beni verandama goturun dercesine. Yine de bir gece verandada, kendi kafasi buyuklugunde helikopter bocegine benzer koca bir bocegi yakaladigini gorunce, ‘olacak olacak’ dedik, ‘kendi basinin caresine bakmaya alisacak.’
Azmiyle gunler boyle geciyordu. Misafirlerimiz gittiler. Bizim de ankaraya donme vaktimiz yaklasti. Azmiyi kime biraksak diye dusunmeye basladik. Hala cok zayifti, cok savunmasizdi. Kuru mama alistirmalari iyi gitmiyordu, o yuzden hala ishaldi. Yanimiza geleli on gun olmustu. Gitmemize iki-uc gun kalmisti. Azmi toparlamisti ama hala bakima muhtacti. Gece anne sicakligi versin diye yanina sicak su sisesi koyuyorduk hala. Kucuk bebek gibiydi, ilgi ve oyun istiyordu. Her kedi gibi oksanmaya bayiliyodu. Sanki insanlarla ilgili ilk once oksamanin ona verdigi hazzi ogrenmisti. Elimizi ona dogru tutunca, dumduz yuruyup kafasini boganin toslamasi gibi elimize dayayiveriyordu.
Azmili onikinci gunun sabahinda, 7 ekim gunu, onu kutusunda baygin bulduk. Bu sefer durum hic ic acici degildi. Kutunun icine pislemis ve oyle yatip kalmisti. Garip bir sekilde, ic ceker gibi nefes aliyordu. Boynundan tutup kaldirdim, ayakta durmaya zorladim. Yok… gozlerinin feri gitmisti. Bugulu bakiyordu. Onceki gece iyidi, yuruyodu, yemek de yemisti. Sasirmistik. Hemen veterinere goturduk ve eski turk filmlerinin meshur repligini dinledik: yapacak bisey kalmamis. Anlasilan azminin zayif bedeni buraya kadar demisti.
Ribery Azmi’nin hem beklenmedik hem beklenen ölümü sarsti bizi ama, yine de gerekeni yapabilecek metaneti bulduk kendimizde. Belki doktorun bize asiladigi elimizden geleni yaptik hissinin gururuyla, belki de bir insani gorev bilinciyle, her nasilsa iste… Bir kac saat sonra, azmicigi evimizin bahcesine, begonvillerin golgesindeki deniz manzarali yeni evine birakmis, verandada sessiz oturuyorken, sanirim yaşamı ve ölümü dusunuyorduk ikimiz de.